Âlemlere Boyandık, Zühal Hazretlerine Dayandık! – Zeynep Ersen yazdı…
Başlık atıldı. Madem öyle Zühal (Satürn) neyi temsil eder? Hayal kırıklıklarını, ıstırapları, yüklenen sorumlulukları ve disiplini temsil eder. O muazzam bir öğretmendir.
Ve o, azimli insana sunulmuş en büyük armağandır.
“Gidişat fena arkadaşlar!” desek de, hatta gidişattan tüm detaylarıyla haberdar olduğumuzu da ayan beyan belirttik diyelim, parti yapmaya devam ediyoruz.
Hâlbuki ışık-gölge oyunu durmaksızın devam ediyor.
Biz, çok “şanslı” kimseler olarak, her türlü maddi imkânımız, geniş zamanımız varken, bunu zor zamanlara, hatta zor durumdaki bir arkadaşa, elinden tutulacak bir büyüğe ayırmak gerekebileceğini, belki evlat edinilecek bir çocuğa, hatta belki sokaklarda tehlike içinde dolaşan milyonlarca çocuktan hiç değilse birkaçına çatı ve sevgi vermeye ayırmayı hiç düşünmeden, ehemmiyetsiz(lik)lere dağıtıyoruz.
Kuvvet birlikten doğar.
Bağnazlara laf yetiştiriyoruz ama bugünü değerlendirmediğimiz için geleceğin kapıları bize her geçen gün daha sarp ve daha sert olarak uzaklaşıyorlar.
Bizler de bir tür fanatikleriz? Hep beraber o kapılardan geçip, ardımızdan da onları sıkıca kapatacak gücü bulamayacak isek, yobazlarla şimdiden el sıkışalım?
Evet, hep “sevgi”den konuşuyoruz. Ama “akıl” ve “makul vicdan”a ne oldu? Bir seviyelendirme (“tesviye”) üzere “Ben bu zift beyinlerin karanlığını tasvib etmedim; Aydınlık için çabaladım” derken kendimize karşı dürüst isek, bu durumda yobazlığa karşı savaşmayacak mıyız? Bu denli sevgi çiçeği olmaktansa aklımızı ve vicdanımızı kullanıp, kendimize “ben gerçekte neyi, kimi, kimleri seviyorum?” diye sorabiliriz mesela. Elbette kalb-i selim ile. İç sesimizi dinleyerek.
İnsanın pekâlâ tüm dünyada ve her ırktan can dostları-kardeşleri olabilir. Ve bu pek güzel bir şeydir. Fakat bu bütün bir insanlık âleminin bu dünyada birbirini sevecek olması manasına gelmez. Bu bir ütopyadır. Hatta kanımca bu ütopyayı da insanları afyonlayıp köle etmeye gayret eden üç-beş mahlûk ağzımıza sakız olarak (3ü bir arada: nefret-sevgi-şaşılık) vermişlerdir. Bize karşı kötülük yapanları (ve böyle kavimleri) vicdanımızla değerlendirebilir miyiz? Yoksa biz mi haksızız?
Nasıl birleşeceğiz? Bunun kolay olmadığını biliyorum. Fakat okumak gerek. Okumak ve bir harita (savaş-barış haritası) çıkartmak…
Dikkat, rikkat ve ketumiyet “seviyelendirme”nin baş elemanları olsalar gerek.
Daha dikkatli, rikkatli, ketum olabiliriz? Bir de evet, (iki yüzlü olmayan) tatlı dil, dostları inlerinden çıkarırken, yılanlar da deliklerinden çıkar.
Ölmedik!
Tabii ki Zühal Hazretleri’nin en saklı tokadını yemeden.
Ki bu da, Milli Bütünlüğümüzü kaybetmektir. Ve diğer yanağımızı da çevirdik diyelim: ‘Vatan Toprağımızı kaybetmektir.’
Elbette: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh!”
Fakat her şeyin olduğu gibi sulhun bir bedeli var: ‘Herkes en başta kendine karşı adil olarak insanlık içindeki yerini (seviyesini) bilmeli.’
Zeynep Ersen