
Sen De Kendinde Var Olan Evreni Fark Edebilirsin – Elif Doruk yazdı…
Birazdan Haliç‘ten batacak güneşi, Cihangir’den göğün kızıllığında hissedeceğim. Sabahları doğudan yükselen ışığı selamlamak gibi bir şey bu; sadece güneşi değil, varoluşun kendisini karşılamak adeta. İçimi ısıtacak o kızıllık, yaranın yerini göstermeyecek belki ama yaranın varlığını, içimde yankılanan bir fısıltı gibi hissedeceğim Yaratan’ı. Çünkü görünmeyen acılar, en çok büyütenlerdir aslında.
İçimden bir ses, Tolstoy’un o derin cümlesiyle seslenecek:
“İnsanın içinde iyi olan her şey Tanrı’dandır.”
Ve ben Tanrı’yı hissettiğimde, yalnızca yaşamakla kalmayacak, yaşamın içsel nedenini tüm hücrelerimde duyumsayacağım. Onu hissetmek beni bana vardıracak. Nefes almak başka, bilerek nefes almak bambaşka fark edebilirsen eğer. Hayat sadece akmak değil, içinden geçene tanıklık etmektir aslında. İçinde olan tek gerçeğe yani O’na.
Sonra durup düşüneceğim:
Yüzlerce kitap okudum. Sayfalar dolusu fikir, kurgu, cümle… Ama hepsini özetle dediğimde, dönüp dolaşıp yine aynı yere çıkıyorum: Hepsi seni sana anlatıyor, beni bana…
Yazarın da, okurun da çabası aynı aslında. Herkes kendinde olanı görünür kılmaya çalışıyor. Çünkü bunun için buradayız anlayamasak da. Farkında olarak ya da olmayarak…
Bir ressam, tuvale sürdüğü her renkte kendine dokunuyor;
bir müzisyen, her notada kalbinin sesini duyuruyor;
bir yazar, kurguladığı karakterin aynasında kendiyle yüzleşiyor.
Ve hiçbir cümleyi sebepsiz yere okumuyoruz bu hayatta. Hiçbir sorgulamamız boşuna değil. Her düşünce, her sorgu, bir sınav gibi hayatımıza geliyor çünkü bizim varoluşumuzla bağlantılı ilerliyor.
Her satır, zincirleme bir bütünün halkası gibi birbirine bağlı; hiçbiri rastgele değildir anlayabilirsen eğer kendinde olanı.
Tüm bunların içinde, insanın kendi içindeki yaratım gücünü fark etmesi geliyor en başta. Çok renkli bir hayatı, çok ışıltılı bir anı gözümüzde canlandırabiliyoruz değil mi? Ama aynı anda gözlerimizi kapatıp her şeyi karartma gücüne de sahibiz. Bu basit gibi görünen hareket —göz kapamak— aslında bizim en büyük yaratım gücümüzün en basit ispatı değil mi sence de?
Zihin, kalp ve ruh birleştiğinde, içte yaratılan her gerçeklik dışa sızıyor. Görmek istemediğimizi silebiliyor, hayalini kurduğumuzu canlandırabiliyoruz. İşte Tanrı’nın insanın içine koyduğu güç bu: Tasarlama, dönüştürme ve yeniden yaratma.
Haliç’ten batan güneş, gökyüzünü kana boyarken hatırlatacak bana yine:
Biz sadece görünen varlıklar değiliz.
Görünmeyenin taşıyıcısıyız. İçimizde yankılanan sorularla varız. Belki de Tanrı, bizde iyi olan her şeyse; belki de o kızıllık, içimizde yanmakta olan ışığın dışarıya taşmasıdır.
İnsan kendini fark etmedikçe yalnızca yaşar ama fark ettiğinde; sorar, sorgular, şekillendirir. Hayat, içten dışa doğru akan bir bilinçtir.
Ve o bilinçte, Tolstoy’un sözü gibi sade ama sonsuz bir gerçek yankılanır:
“İnsanın içinde iyi olan her şey Tanrı’dandır.”
Ve ben, o kızıllıkta kendimi değil, kendimde saklı olan evreni göreceğim. Çünkü her şey —okunan, yazılan, hissedilen— beni bana anlatmak için orada. Tesadüf sandığımız her şey, aslında içsel yolculuğumuzun işaretleri…
Bir gök kızıllığı bana bunları öğretiyorsa bir pazar akşamı, şimdi sen de kaldır başını göğe ve var kendine… Bak neler neler gelecek senden sana…
Elif Doruk