Emre Taştekin: ‘Canımızı sıkan bir durumu, olayı ya da kişiyi gömüyoruz.’

“Karadayı”dan “Jet Sosyete” gibi dizilere her türlü ayrımcılığa karşı çıkan filmlerden toplumda can sıkan durumlara gönderme yapan youtube programlarına, tiyatro sahnelerinden “Kanal Adam”a kadar pek çok farklı platformda takipçilerini güldüren, düşündüren bir oyuncu ile sizler için söyleştik.
İşte karşınızda
“Emre Taştekin”
Söyleşi: Beksultan Oğuz
- Kısaca Emre Taştekin’i ve oyunculuk serüveninin nasıl başladığını anlatır mısınız?
1981 Eskişehir doğumluyum. İlk-orta-lise eğitimimi Eskişehir’de tamamladım. Lise bittikten sonra radyo programcılığına başladım ve uzun yıllar radyo programcılığı yaptım. Bu süreçte dinleyicilerle olan iletişimimi karşılıklı hale getirmeyi çok istiyordum. 2001 yılında tek kişilik oyunumu kaleme aldım ve sahneye ilk adımımı atmış oldum. 2 yıllık Türkiye turnesinden sonra beni mutlu eden şeyin sahne olduğuna karar verip 2004 yılında konservatuvara girdim. Böylelikle tiyatro ve oyunculuk hayatı tam anlamıyla başlamış oldu.
- Tiyatro atölyeleri düzenliyordunuz. Devam ediyor mu? Birçok tiyatro oyununda oynadınız. Pandemi sonrası yeni oyunlar var mı?
Tiyatro atölyeleri yapıyordum evet. Bu benim için asla ‘’gelin size tiyatro ve oyunculuğu öğreteceğim’’ demek değildi. Benim istediğim, konuyla ilgilenen insanlara bildiklerimi paylaşmak ve üstüne koyup araştırabileceğimiz bir platform yaratmaktı. Öyle de oldu. Şu an devam etmiyorum.
İçinde bulunduğumuz malum sebeplerden ötürü 2 yıldır sahneye de çıkamadık. Birçok sanatçı dostum gibi benim de ilk dileğim bu covid belasından bir an önce kurtulmak. Kurtulduktan sonra yeni oyun çalışmalarıyla ilgili önümüzü daha sağlıklı görebileceğiz. Üzülerek yeni oyun haberi veremedim.
- Karadayı dizisindeki rolünüz, başarınız ve özellikle idam sahnesi ile Türk televizyon tarihinde unutulmazlar arasına girdiniz. Hem bu dizide yer alma sürecini hem de diziyi anlatır mısınız biraz? Ve Çetin Tekindor gibi usta bir oyuncu ile yaşadığınız tecrübenizi…
Tarihi yanlış hatırlamıyorsam 2011 yılında yönetmenliğini Uluç Bayraktar’ın yaptığı ‘’Son’’ dizisinde yer aldım. Çekimimiz tamamlandıktan sonra vedalaşırken, Uluç hoca ‘’biz seninle tekrar çalışırız’’ dedi. Nitekim öyle oldu. Dizi 1970’lerin birbirine bağlı aile yapısı, mahalle kültürü, sistemin çürük yanları ve adalet anlayışını konu alıyordu. Benden de o dönem haksız yere idam edilen vural karakterini oynamam istendi. Telefonda bütün sahnelerimin Çetin Tekindor’la birlikte olduğu söylendiğinde çok heyecanlandım. Usta insanlarla iyi bir projenin içinde yer almanın konforu tartışılmaz. Sorumluluğu da. Kayıt denilene kadar gergindim fakat Çetin abinin rahatlatan bir tarafı var. Her şey yolunda gidecek hissini alıyorsunuz. Öyle de oldu. Her şey yolunda gitti. Belki de uzun yıllar unutulmayacak sahneler bıraktık geriye. Umarım yeniden beraber çalışma şansımız olur. Ayrıca yazarından yönetmenine Karadayı dizisine emek vermiş herkesi buradan selamlamış olalım.
- Çorum katliamını ele alan Saklı Hayatlar isimli sinema filminde oynadınız. Bu film ilk filminizdi sanırım. Bu filmdeki rolünüzü ve filmin konusunu anlatır mısınız?
Evet bu uzun metrajlı ilk filmimdi. Film 1980’li yıllarda gerçekleşmiş Çorum Olayları’nda, İstanbul’a göç eden alevi bir kızın yaşadığı zorlukları konu almaktaydı. Filmde olaylara tanıklık etmiş bir fotoğrafçıyı canlandırdım. Günümüzde de hala bu tip konular üzerine konuşuyor, tartışıyor olmamız beni epeyce üzüyor. Sonra düşünüyorum “bir gün dünyada ayrımcılık biter mi?”
- En son Jet Sosyete dizisinde oynadınız. Bu dizi tecrübenizi anlatır mısınız? Gülse Birsel dizisi olan Jet Sosyete’nin Avrupa Yakası samimiyetini yakalayamadığı eleştirileri hakkındaki düşünceniz nedir?
Jet sosyete, öncelikle Gülse Birsel olmak üzere şahane insanlarla çalıştığım bir projeydi. Dizide biraz aksi biraz ayrıksı ve oldukça halktan bir karakter olan avm çalışanı Tekin’i oynadım. “Jet Sosyete” dizisi, insanların gülmeye hasret kaldığı, televizyonda şiddet ve acıya doyduğu ama aynı zamanda mizah barındıran işlerin yayından kaldırıldığı bir dönemde imdada yetişti. Başından beri Avrupa Yakası kıyaslaması yapıldı fakat o neredeyse 20 yıl önceki bir iş. Neden yıl veriyorum? Çünkü jet sosyete bu dönemin işi. Bu sebeple bu dönemin şartlarına göre değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 20 yıl önce diziler 2 – 2,5 saat değildi. ‘’Hıyar’’ kelimesinin bile sansürlendiği yıllar değildi. Bu şu demek oluyor; sizden, daha zor şartlar altında, daha fazla engelle aynı şeyi ya da daha fazlasını yapmanız bekleniyor. Bu durum hepimize tanıdık gelmiş olmalı. Sonuç olarak yapılan tüm eleştirilere rağmen “Jet Sosyete”, kadınların şiddete maruz kaldığı, insan yaşamının değersizleştirildiği tüm bu koşullar eşliğinde masaya yumruğunu vurmuş ve söylenmesi gereken birçok şeyi söylemiştir.
- Youtube kanalınız ‘Kanal Adam’ da oldukça ilgi görüyor. Farklı mizah anlayışınızla diğer pek çok mizah kanallarınızdan ayrılıyorsunuz. Sosyal medyada çoğu oyuncu/tiyatro sanatçısı toplumdaki kişileri abartılı halleriyle tekrar sunuyor. Sizin mizah anlayışınızda toplumdaki karakterleri tekrar etmiyor, bazı davranışlarımızın saçmalığını yansıtan bir tarafı var. Bu mizah anlayışınızı ve ‘Kanal Adam’ı anlatır mısınız?
Bir youtube kanalı açmak aklımda olan bir şey değildi. Eskişehir’de bir köprü üzerinde absürt videolar çekmeye başladım. Bu videolar majör instagram sayfalarında milyonlarca izlendi. Öyle olunca çevremdeki insanlardan youtube kanalı açmam gerektiğiyle ilgili geri dönüşler aldım. O dönem yoğun olarak tiyatro yapıyordum. Bir anda, böyle bir algıya geçmeye hazır mıyım? Yapabilir miyim? Ya da yapmalı mıyım? Gibi soruların içinde buldum kendimi. Karar verirsem yapacağım şeyin ‘’kanalıma hoşgeldiniz’’cilikten çok oyunculukla ilgili bir mesele olacağını biliyordum. Tüm zamanımı veremesem de yazıp çektiğim videoları arşivleyebileceğim bir alan oluştururum düşüncesiyle “Kanal Adam”ı açtım. Kanala isim düşünürken birçok alternatif vardı. Çektiğim videoların isimleri ‘’adres soran adam’’ , ‘’kendi söylediğini sadece kendi anlayan adam’’ gibiydi. Düşünürken bir anda ‘’Kanal Adam’’ dedim. İsmi bu olmalı. Fakat zaman geçtikten sonra bu isim ‘’cinsiyetçi algılanıyor mudur acaba?’’ diye düşünmekten kaçamadım. Niyetimin asla bir ayrım meydana getirmek olmadığını ya da çektiğim videolarda eril enerjiyle seslenmediğimi biliyor oluşum beni rahatlasa da, ne zaman cinsiyet ayrımı ya da şiddet haberi görsem ‘’protesto olarak kanalı kapatsam mı acaba?’’ diye düşünüyorum. Rahatça gülmek ve sevgiyle yaşamak varken bana böyle şeyleri düşündüren tüm etkenler utansın! Velhasıl ‘’Kanal Adam’’ böyle oluştu. Abartılı komediden hep uzak durdum. Mizah bağırmadan halletmeli işini. İlkemiz hep altını çizmeden, gıdıklamadan ve basitleşmeden güldürmek oldu. Bunu da, yaptığı işe saygı duyan ve her şeyden önce yaptığı işe inanan insanlarla beraber gerçekleştiriyoruz. İnanan diyorum çünkü absürt bir fikri karşı tarafa inandırmak oldukça zor. Enerjiyi buna harcamak yerine, mizah anlayışlarımız uyuşan, aynı doğrultuda yürüyebildiğimiz ya da eğlenebildiğimiz arkadaşlarımla bu işi yapmak çok daha kolay oluyor. Ömrüm ve enerjim yettiği sürece bunu devam ettirmeye gayret göstereceğim. Şu an Kanal Adam’da diğer içeriklerden farklı olarak yeni bir projeye başladık: ‘’Müsaadenizle Gömüyoruz’’. Toplumda canımızı sıkan bir durumu, bir olayı ya da kişiyi mizah yoluyla ‘’eleştirdiğimiz’’ bu formatı birlikte gülebildiğim 4 oyuncu arkadaşımla birlikte yapıyoruz. 7 bölümü geride bıraktık. Git gide daha da rahatlıyor ve daha da eğleniyoruz. Hiç bir şeye bağlı ya da mecbur değiliz. Yolda şekilleniyor bazı şeyler. Şu an çok başları. Yolun nereye ve nasıl devam edeceğini zaman gösterecek.
- Seslendirme de yapıyorsunuz. Ne zaman başladı ve şu an duyduğumuz işleriniz var mı? Son olarak hangi kitabı seslendirmek isterdiniz?
Eski bir radyocu olduğum için mikrofonla olan bağım oyunculuktan önceye dayanıyor. 22 yıl oldu. Ağırlıklı olarak reklam seslendirmesi yapıyorum. Son 4 yıldır Trendyol’un reklam sesiyim. Bunun dışında animasyon ya da çizgi film gibi özel işler olmadığı sürece dublaj yapmıyorum. Şimdiye kadar kitap seslendirmem olmadı fakat Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı ya da Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna isimli kitabını seslendirmek isterdim.
- Dizi mi, Sinema mı, Tiyatro mu?
‘’Dizide herkes, sinemada bazıları, tiyatroda aktörler oynar’’ diye bir söz vardır. Gerçi günümüzde kimin nerede oynayacağını maalesef takipçi sayıları belirliyor. Gerçi tiyatro o anlamda dik duruşunu hala korumakta. Dik duruş dediğim organik bir duruş aslında. Sahne takipçi sayısını kaldırmaz. Sahne aktör ister. Hal böyle olunca sahneyi bu işin gerçek emekçileriyle paylaşıyorsun. Aylarca süren provalar, adrenalin, anlık tepkiler ve alkış, tiyatroyu diğerlerinden ayıran şahane özellikler. İstisnalar dışında, bunları yaşamış birinin kolay kolay sahneyi bırakacağını sanmam ama sinemayı da başımın üstünde gezdiririm.
Söyleşi: Beksultan Oğuz
Fotoğraf Kredisi: Serdar Gözen