KÖŞE YAZILARINevzat Yılmaz

Milli Devlet ve Küreselleşme – Nevzat Yılmaz yazdı…

Dr. Cengiz Aldemir’in “Türk ve Müslüman Aydınlanması” , “Üçüncü Yol Kültür Milliyetçiliği” adlı kitaplarından sonra, “Milli Devlet ve Küreselleşme” adlı incelemesi okuduğum üçüncü kitabı oluyor.

Cengiz Aldemir, 2 yıl önce aramızdan ayrılan bir düşünce insanı. Onu kalıplara hapsetmenin zor olduğu kanısındayım. Ülke sorunları üzerine kafa yoruyor, soru soruyor, yanıt arıyor, düşünüyor.

Dillerden düşmeyen küreselleşme olgusunu milli devlet ekseninde ele alıyor Dr. Cengiz Aldemir. Dr. Aldemir, milliyetçi dünya görüşüne sahip bir düşünür. Bu coğrafyadan dünya sorunları, ülke sorunları nasıl görünüyor? Sorunlara çözüm önerisi nasıl olmalı? Dr. Cengiz Aldemir, bir yanda kapitalist dünya ile  karşısında konumlanan sosyalist dünyanın sorunlara çözüm bulamadığı noktasından yaklaşımla üçüncü yolu “kültür milliyetçiliği”ni öneriyor.

Milli Devlet ve Küreselleşme” adlı kitabında da yer yer üçüncü yolun izlerini görsek de neden küreselleşme milli devletleri hedef alır, yok etmek ister, ayakta kalmak için neler yapılabilir konuları üzerinde duruyor.

Milli Devlet ve Küreselleşme”nin önsözünde şöyle diyor:

Bu yayınla, özgün bir eser çıkartmaktan ziyade; küresel emperyalizmin  baskı ve dayatmaları altındaki Türk insanın ufkunu açmak ve bu olup bitene bir çözüm yolu bulmak için, bir nebze olsun katkıda bulunmak hedeflenmiştir.”

Gelecekle ilgili kaygılar taşıyan her insan, her sınıf, her ulus ve her toplum geçmişinden vazgeçemez. Geçmiş bugünü geliştirip  geleceğin belirlenmesine yarayan tek hazinedir. Bu nedenle; kültürel mirasa sahip çıkmak, insanlık adına ideolojik bir tavır koymak demektir. Çünkü kültürel miras belli bir bilme ve kavrama süreci içinde edinilmektedir. Kültürel mirasa sahip çıkmak, bilincin yenilenmesi anlamına gelir.” ( Sayfa:13)

Neo-liberal baskıların arttığı dönem; önce toplumcu sistemleri hedefe koyunca sanki orda durur diye düşünüldü. Oysa onlara göre tarihin sonu gelmişti. Serseri, mayın gibi dolaşan devletler vardı. Başıbozuk olarak nitelen bu ülkeler, dizginlenmeli, denetim altına alınmalıydılar.

Uluslar geçmişinden koparılmalıydılar. Dününü bilmeyen uluslar, yarın karşılaşacakları sorunlara çözüm üretebilirler miydi?

“… Türklerin tarih boyunca benimsediği dinleri gözden geçirmek faydalı olacaktır. Moğoistan’dan Tuna boylarına kadar çok geniş coğrafi bir alana yayılmış bulunan Türkler, İslamiyeti benimsemeden önce büyük ölçüde Gök Tanrı’ya inanıyor ve bazı kültürlerin etkisi altında bulunuyorlardı. Türklerin savaşlar ve göçler yoluyla yer değiştirmeleri, bu yayılma ve göç yolları üzerindeki  bir çok farklı kültür ve inançlara sahip halklarla ilişki kurmalarına ve etkilenmelerine yol açmaktaydı. Konunun  uzmanlarının verdikleri bilgilere dayanarak; İslamiyet’in Türklerin yaşadıkları bölgelere ulaşması öncesi geniş bir coğrafi alana yayılmış bulunan Türk kitlelerinin Gök Tanrı dininin yanı sıra Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi inançların etkisi altında kaldıklarını söyleyebiliriz.” (Sayfa:18)

Ayrıca, Abbasilerin yanı sıra Samaniler devletinin de özellikle ordu yönetiminde Türklerden yararlanmasının İslamın bu kitleler arasında yayılmasına yardım ettiği söylenebilir. Yalnız Türklerin İslamlaşmasında  gözden kaçrılmaması gereken önemli bir nokta; Türklerin bu yeni dinin birçok unsurunu Araplardan değil, daha önce ilişkide bulundukları Acemlerden almış olmalarıdır. Buna göre İranlılar, Türklerin İslam Uygarlığı’nı benimsemeleri  konusunda bir köprü vazifesi görmüşler ve onlara  yol göstererek etkilenmişlerdir. Bu etkileri daha sonraki yüzyıllarda edebiyat, sanat ve idare sistemi gibi birçok alanda görmek mümkündür.” (Sayfa: 20)

Türkler, sahip oldukları inancı terk ederek İslam’ı neden kabul etmişlerdi? Cengiz Aldemir 5 önemli neden sayıyor:

“1- Eski Türk inançları ile İslamiyet arasında benzerlikler,

2- Araplar ile Türkler arasındaki yoğun ekonomik ilişkiler,

3- İslam uygarlığının üst uygarlık olarak Türkleri etkilemesi,

4- Müslüman şeyh ve dervişlerin yoğun tebliğ faaliyetleri,

5- Araplarla uzun süren savaşlar sonucu uygulanan baskılar.” (Sayfa: 21)

 

Tek kutuplu dünyanın tek egemeni ABD ve Batı Dünyası, “Küreselleşme” dayatmasında bulunuyor, artık sınırlar  Çok Uluslu Şirketlerin önünde bir engel olarak görülüyordu. O zaman, bir zamanlar birlikte hareket ettiği milliyetçi ve sağ düşünceleri de hedef alıyordu, kimilerine göre…

Cengiz Aldemir, yayılmacı devletlerde egemen olan bu görüşü şöyle dile getiriyordu:

Türkiye küreselleşme kıskacında hedef bir ülke görünümü arz etmektedir. Komşumuz Irak’a yapılan ABD müdahalesi sırasında görüldü ki; gaye ne Saddam’ın devrilmesi, ne de Irak’ta bulunan kimyasal silahlarmış. Günümüzdeki bazı çıkarcı yaklaşımlarda ifade edildiği gibi, sadece petrol ve doğal gaz rezervlerinin ele geçirilmesi de değildir.

Peki o zaman bu işgalin gerçek anlamı nedir? ABD, Afganistan müdahalesi sonrasında neden Irak’ı da işgal etmiştir? Bütün bu soruların cevaplarının aranması sırasında  dünya hâkimiyet teorilerinin bilinmesi büyük önem arz etmektedir.” (Sayfa: 32)

Cengiz Aldemir burada Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonraki dünyanın içinde bulunduğu boşluğu, boşluğun doldurulması çabalarını irdeliyor. Çıkarımlar yapıyor. Kestirimlerde bulunuyor. Bir zamanlar Marksist dünya görüşüne inanan, şimdi de liberallikte karar kılan, Batı’yı rehber alan yeni aydın tipinden daha sağlıklı saptamalarda bulunuyor.

Cengiz AldemirUzağa gitmeyin diyor bir bakıma, 1930’ların her şeyi olağanüstü olmayabilir. Ancak, 1960’ların sonuna doğru ABD’de zencilerin oy kullanması sözkonusu bile olmazken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi az şey midir?

İlk defa kadınların oy kullanması ise 1893’lü yıllarda Yeni Zelanda’da görülmektedir. Demek ki demokrasi, “çoğunluk” anlamına gelen bir sözcüktür, halkın tamamı anlamına gelen bir sözcük değildir. Ayrıca, demokrasi, sıfatlı bir ideolojidir. Sıfatları olmadan  sadece demokrasi demekle demokrasi taraftarı olunmaz.” (Sayfa: 76)

 

Ulus-devletleri zayıflatmak amacıyla hangi kavramlar öne çıkarıldı?

Milli devletleri zayıflatma sürecinde etnik, din ve dil ilgili değerlerin kullanımı önem kazanmaktadır. Mezhepleri öne çıkararak din bütünlüğünü bozmak, etnik öğeleri öne çıkararak toplumun milli temele dayalı birliğini dağıtmak ve çok dillilik, çok kültürlülük gibi kavramları önemli kılarak toplumdaki dil birliğini parçalamak ve böylece milli devletin yapısını oluşturan değerleri etkisiz hale getirmek; elbette eğip, büküp ve parçalayarak yönetmek, bağımlı hale getirmek gerekiyordu.” (Sayfa: 106)

 

Sorun varsa, sorunun çözümü nasıl olmalıdır?

Öyle ise dünyada yeni bir alternatif anlayış çıkacaktır. Bu alternatif düzenin ortaya çıkışında, özellikle mazlum milletlerin aydınlarının ve milli unsurlarının hazırlıklı olma mecburiyeti vardır. Çünkü görünen o ki;  spekülatör kapitalizmden girişimci kapitalizme geçilecek ve müdahaleci bir iktisadi bir yapı ortaya çıkacaktır.” (Sayfa: 107)

 

Kapitalizm dünya kaynaklarını tüketmekte, “gölgesinden yararlanamadığı ağacı kesmektedir”, doğayı, suyu kirletirken, hava dışında her şeyi satmak amacındadır? Özellikle suyun pazarlanması dünyayı nasıl etkileyecektir?

“Gelecekte ne olacağı belli. Herkes dünyanın suyunun kirli olduğunu biliyor. Bu konuda bir şeyler yapmaktan neredeyse vazgeçildi gibi görünüyor. Kirlenmeye dur demek yerine çok uluslu şirketlerin pazarladığı şişe suyuna mahkûm olacağız.” (Sayfa: 116)

“Salt su değil, gıda ve diğer beslenme nesneleri de alınıp satılan, büyük şirketlerin cebine akan bir akara dönüşecektir. Yoksulluk artacak, bir yandan göstermelik demokrasi söylemleri beyinleri işgal edecektir.”

Aslında dünyada değişen bir şey yoktur dünden bu yana. Ezilen ve ezilenler… Ezilenler zincirlerini savurup bir adım ileri gittiklerinde azbiraz olumlu değişimler olabilmektedir.

Cengiz Ademir, Adam Smithe göndermede bulunuyor burada:

“Sömürgecilik döneminde şeker ve yan ürünleri(rom ve melas) arasında sıkı bir bağlantı vardı. Adam Smith, kendi döneminde yaygın olan bir görüşü şöyle ifade ediyordu: “Bir şeker yetiştiricisi, rom ve melasla tüm masraflarını karşılama beklentisi içindedir. Böylece şeker safi kâr haline gelir.” (Sayfa: 120)

 

Aslında oynanan büyük bir oyundur. Kölelik yasal değildir ancak bir yandan da yasal biçimde sürmektedir. Aldemir bu yasal köleliğe ya da angarya denen yeni biçimine dikkatimizi çekiyor.

BM’nin bildirdiğine göre Batı Avrupa’da, başka ülkelerden fahişelik ya da kölelik yaptırmak üzere getirilen 500.000 kadın olduğu tahmin ediliyor. Batı’da kölelik başka şekillerde de işliyor. Meselâ ABD’de IMF, Dünya Bankası ve BM çalışanları; göçmen yasaları çerçevesinde  ev hizmetlerini yapan yardımcılarını ve dadılarını yanlarında yurda getirme hakkına sahiptir. Washington’daki pek çok davada bu hizmetkârlar kendilerine kölelik yaptırıldığını bildirmişlerdir. Pasaportları ellerinden alınmış, bazı durumlarda ek işlerde çalıştırılmış, bazıları da tecavüze uğramışlardır.” (Sayfa: 123)

Kısacası bütün demokrasi, özgürlük söylemleri kamuoyu önünde farklı, gözden ırak olunca daha farklı uygulanmaktadır.

Peki ne yapmak sorusu bir kez daha kendini dayatmaktadır. Cengiz Aldemir’in önerisi ise şöyle:

Küsesel dayatmalara karşı küresel muhalefet hem kaçınılmaz, hem durdurulamaz bir hale gelmiştir. Küresel muhalefet genelde gençlerden oluşmaktadır. İkinci olarak, siyasal muhalefetin iyice belirginleştiğini söylemek gerekir. Bahsi geçen siyasal muhalefetin konusu, gelirin yeniden bölüşümündeki  rolü belirlediğinden; ekonomik politikaların büyük ölçüde küresel düzeyde belirlenmesi  siyasetin düzeyini de belirlemektedir.” (Sayfa: 124)

Ekonomik açıdan Batı ve Doğu, siyasal açıdan kuzey ve güney, zenginler ve yoksullar ile modern ve geleneksel arasında çelişki bulunmaktadır. Coğrafi konumu ve devlet yapısı itibariyle tam bir sentez olan Türkiye’miz toplumsal küresel muhalefetin yaratılması ve yeni bir dünya projesinin öncülüğü için yeterli birikim ve kadroya sahiptir.” (Sayfa: 125)

 

“ Etnik, dinsel ve ideolojik ayrılıklarına rağmen mazlum milletlerin birlikteliğini sağalayacak programlar gerekmektedir. Bu nedenle; küresel düzeyde mazlum milletlerin borçlarının silinmesi, açlığın ve yoksulluğun önlenmesi,  milli olarak da  eğitim ve sağlıkta bedava hizmet esasının kabul edilmesi için etkili bir kampanya başlatılmalıdır.” (Sayfa: 126)

 

Peki 1990’lardan bu yana allanan pullanan, güzel ambalaj içinde süslü sunumla bize sunulan küreselleşme nedir Cengiz Aldemir’e göre?

Kürselleşme bir yalandır. Yaşanan kürselleşme değildir. İçinde bulunduğumuz durum Neo-liberal kapitalizmin  küreselleşmesidir. Küreselleşme, emperyalist ülkelerin ekonomik-politik-sosyal yapılarını diğer ülkelere tek örnek olarak dayatmasıdır. Milli devletlerin milliyetçileri, anti-emperyalist duruş göstermelidir. İnsan hakları için, demokrasi için, milletlerin bağımsızlıkları için sığınılacak tek liman milliyetçiliktir.  Milliyetçiliğin yerküredeki bütün milletlerdeki görüntüsü ise anti-emperyalizmdir.” (Sayfa: 136)

 

ABD’nin yayılmacılığına, gerek Avrasya’dan gerek Avrupa’dan itirazlar yükselirken Cengiz Aldemir özellikle Avrupa’dan gelen itirazlara odaklanıyor:

“…Avrupa Birliği, Amerikan nüfuz alanlarında kültürel, iktisadi ve siyasi bir açılım göstermiş ve ABD bu durumda sıkışmaya başlamıştır. Avrupa Birliği’nin bu alanlardaki kontrolünü kırmak için yürütülen her türlü Amerikan propagandası boşa çıkmıştır.” (Sayfa: 155)

 

ABD, Irak ve Afganistan’ı işgal ederken, Suriye ve çevre ülkelerde sınırların değişmesini amaçlayan taşeron örgütlerle savaşırken ne amaçlıyordu?

Bu stratejik davranışla, kendilerini savunmak ve küresel güçle anlaşmak zorunda bırakılmaya çalışılan İran ve Suriye devletlerinin, İsrail’e karşı direnen Filistinlilere yardım edememeleri amaçlanıyordu.” (Sayfa:156)

 

Kuşkusuz, ulusal devleti hedef alan saldırılarının bir nedeni olması gerekir ABD’nin? ABD, neden Türkiye’yi hedef tahtasına koyuyor, aydınıyla, ayrılıkçı hareketiyle, şeriatçı terör örgütleriyle neden sıkıştırıyordu?

Türkiye, istedikleri gibi eğip bükebilecekleri, sömürge haline getirebilecekleri bir muz Cumhuriyeti değildir. Yaklaşık üç bin yıllık devlet geleneğine sahip Türk Milleti; bağımsızlığını iane değil, savaşarak elde edilmiştir. Masa başında vermeye de niyeti yoktur.” (Sayfa: 159)

 

Ya peki Osmanlı niye geri kalmıştır? Dr. Cengiz Aldemir’in yaklaşımı şöyle:

“… Osmanlı toplum yapısındaki savaşçı grupların değeri tartışılmazdır. Toplumun merkezi olarak; mahalle, yeniden paylaşımcı ahlak ve siyasi sınıfın, servet üzerindeki kısmi tekeli bu sınıfların kontrolündeydi. Bu sosyal tabakalaşma aynı zamanda tutuculuğun da kaynağı olmuştur.” (Sayfa: 177)

 

Kısacası Dr. Aldemir’e göre milliyetçiliğin  kaynağı nedir?

Milli kültür ve milli devlet, modernitenin amaçlarından ikisidir. Milli kültür ve milli devlet geliştikçe doğal olarak “Milliyetçilik” gelişmektedir. Milliyetçiliğin iki  kaynağı olduğu söylenebilir.” (Sayfa: 182)

 

Modernleşme savunucularına nemli bir eleştiri geliyor bu aşamada Cengiz Aldemir’den.

Batı’nın dayatmalarına karşı bağımsızlık esas olması gerekirken; modrnleşme savunucularının elinde bu, işbirlikçiliğe dönüşmüştür.” (Sayfa: 185)

 

Peki Milli Devlet nasıl olmalıdır? Özellikle siyasal İslam karşısında nasıl konumlanmalıdır?

Çağımızda modern milli devlet; Püriten ahlak karşısında İslam ahlakını esas alan, toplumu ile barışık, Atatürk’ün uyguladığı gibi; halk yönetimi, lâiklik ve milli bağımsızlığı esas alan milli bir devlettir.” (Sayfa: 186)

 

Milliyetçi cenahta düşünen beyinlerin başında geliyor Dr. Cengiz Aldemir… Görüşlerini aktarmak amacıyla Milli Devlet ve Kürselleşme kitabından altını çizdiğim, kitabın da özeti gibi olduğunu düşündüğüm bölümleri size aktardım. Cengiz Aldemir’in kitabı piyasada bulunmuyor. Aldemir, 2 yıl öncesinde aramızdan ayrılıncaya kadar kitabını okurlara karşılıksız dağıtılıyordu. Kitap yine karşılıksız olarak okumak isteyenlere veriliyor. Kimbilir, küresel kirlenme birilerinin dikkatini çeker.

Nevzat Yılmaz

Başa dön tuşu